Zekâ Sabit mi Değişken mi? Veya Her İkisi mi?
Wilson etkisi, inovasyon ve amplifikasyon
Çocuklar arasında gözlemlenen bilişsel yetenekteki farklardan bahsedilirken ilk duyacağınız şey “zeki çocuk”. Bu konuda Türkiye’de ilk aklıma gelen ve yakından takip ettiğim örnek Yalın Alpay:
Bu röportajda Yalın Alpay’a uygulanan IQ testinden ve bildikleri şeylerden bahsediliyor. Uzun uzun incelemeyeceğim çünkü röportajın ilgi çekici kısmı başı. Mete Akyol, Yalın Alpay’ın zekâ katsayısının (IQ) 157 olduğundan bahsediyor (01:03’e kadar izleyeyebilirsiniz). Videoda ilk dikkatimi çeken şey Yalın Alpay’ın bir çocuğa göre ne kadar düzgün cümleler kurduğu oldu. İkincisi, videoda psikoloji Profesörü Doktor Feriha Baymur’un kitabından bir pasaj okunuyor: “Tanınmış, hayatta büyük başarılar elde etmiş kişilerin çoğu bu grup içinden çıkar. Bunların birçoğu zekâsını erken yaşta gösterir. Örneğin bunlar 3 yaşında okuma-yazma öğrenmeye başlarlar (3:17-3:42).”
“Bunların birçoğu zekâsını erken yaşta gösterir.” cümlesini dinlediğimizde düşündüğümüz şey zekânın doğuştan geldiği ve bu çocukların kendilerinde var olan yüksek zekâyı erken yaşta dışsallaştırdığıdır. Böyle olduğunu düşünmek için de güçlü nedenlerimiz vardır. Örneğin, bu (Yalın Alpay gibi) çocukların kitaplara daha düşkün olduğunu, hafızalarının daha iyi olduğunu, belirli kavramları daha hızlı işlediklerini ve sınıflarında başarılı olduklarını görürüz. Fakat, gördüğümüz bu küçük farklar zekânın doğumdan itibaren sabit olduğunu ve bu çocukların hayatları boyunca zeki olacağını gösterir mi? Veya tam tersi, çocukların doğuştan “ortalama zekâlı” olduğunu ve böyle devam edeceğini? Kısaca hayır.
Çocuklarda gördüğümüz zekâ sabit değil, aksine zekâ çocukların yaşla birlikte geliştirdikleri bir özellik. Bu gelişim sadece ailelerinin katkılarıyla değil, aynı zamanda çocukların tercihleri ve tercihlerine etki eden genleriyle gerçekleşiyor. Akademik jargonu kullanmak istersem: gen-çevre korelasyonu (rGE) ile.
Son 20 yıldır, davranış genetiği çalışanları çalışma alanlarında gözlemledikleri bir etkiden bahsediyor: Wilson Etkisi. Wilson etkisi basitçe zekânın kalıtım derecesinin, yani bireyler arasında zekâda görülen farklılıkların ne kadarının genetik farklılıklarla açıklandığının katsayısı, yaşla birlikte artış gösterdiğini belgeliyor (Bouchard 2013). Daha sade bir dille şu anlama geliyor: Çocukları incelediğimizde çocuklar arasında gördüğümüz zekâ farklılıkları çoğunlukla çocukların genetik farklılıklarından kaynaklanmıyor; aksine çevre etkilerinden kaynaklanıyor. Çocuklar yaşlandıkça çevrenin etkisi azalıyor ve genetik etkiler ağır basıyor.
Ölçülen IQ skorları zamanla genetik etkilerden daha fazla etkileniyor, daha az değil. Bu bulgu sezgilerimize biraz ters düşüyor. Sonuçta yaşımız ilerledikçe DNA’mız ne kadar değişebilir ki zekânın kalıtım derecesi artsın? Bilakis, yaşımız ilerledikçe farklı insanlarla tanışıyoruz, farklı kitaplar okuyoruz, farklı insanları kendimize ilham alıyoruz, farklı okullara gidiyoruz. Basitçe, çevrenin daha etkili olması gerekmez mi? Araştırmalar gösteriyor ki tersi doğru.
Zekânın Gelişimini İncelemek
Yukarıda zekânın yaşla beraber kalıtım derecesinin arttığını gösteren Wilson Etkisinden bahsettim ama bu etkinin tam “neden” gerçekleştiğinden bahsetmedim. Bu sorunun cevabı son bölümde, önce yaşam boyunca IQ skorlarının stabilitesini, yani sabitliğini/istikrarını inceleyeceğiz (yazı boyunca stabilite kelimesini kullanacağım)
İlk inceleyeceğimiz çalışma Breit ve diğerleri (2024) tarafından yapılan meta-analiz. Bu meta-analiz için Breit vd. (2024) toplam örneklemi 87.408 kişi olan 205 boylamsal çalışmayı analiz ediyor. Çalışmadaki amaç kişilerin tüm yaşam süresi boyunca “sıra-düzen stabilitesini” (rank-order stability) çıkartmak. “Sıra-düzen stabilitesi” basitçe şu soruyu soruyor: 100 çocuğu test puanlarına göre sıraya dizseniz, yıllar sonra kabaca aynı sırada olurlar mı? r=1.0 stabilitesi mükemmel bir uyum anlamına gelir (herkes aynı sırada kalır). r=0.0 stabilitesi ise tam bir karmaşa demektir
Araştırmanın sonucu aslında yukarıdaki grafik. Burayı detaylı okumak istemezseniz paragrafı atlayın!:
Figür neyi açıklıyor: Eksenler: Figür, yatay eksende Yaş (Age) ve dikey eksende Aralık (Interval) (testler arasındaki yıl sayısı) arasındaki ilişkiyi gösterir. Grafik, renkler üzerinden belirli bölge gösterir: Yeşil Bölge (rtt>0.8): Yüksek Stabilite. Bu, bir test sonucunun bireysel tanı kararları için yeterince güvenilir kaldığı “raf ömrü”dür; Sarı Bölge (rtt=0.7−0.8): Orta Düzey Stabilite. Grup düzeyindeki kararlar için yeterli olabilir; lâkin bireysel düzeyde risklidir; Kırmızı Bölge (rtt<0.7): Düşük Stabilite. Test sonucunun artık güvenilir bir şekilde mevcut durumu yansıtmadığı bölgedir.
Düşük Stabilite (Çocukluk): Okul öncesi çocuklarda stabilite düşüktür. 2 yaşında yapılan bir test, 6 yaşında yapılacak bir testi tahmin etmede çok zayıftır. Küçük bir çocuğun (örn. 6 yaş) zeka testinin “raf ömrü” (yeşil bölge) çok kısadır, sadece yaklaşık 1-2 yıl.
Artan Stabilite (Çocukluk): Çocuklar büyüdükçe, stabilite “hızla artar”. Sıralamalar adeta alçı gibi “sertleşmeye” başlar. Çocuk büyüdükçe (örn. 12 yaş), skorun “raf ömrü” uzar (yaklaşık 4 yıl).
Yüksek Stabilite (Yetişkinlik): Geç ergenlikten ileri yaşlara kadar, stabilite yüksek ve “tutarlı bir şekilde yüksek” bir platoya ulaşır. Yetişkinlikte (örn. 18 yaş ve sonrası), skorun “raf ömrü” çok daha uzundur (yaklaşık 6 yıl).
Araştırmacılar, 20 yaşında bir yetişkinin 5 yıl sonra tekrar test edildiğinde ρ=.76 gibi yüksek bir ortalama sıra-düzen stabilitesi buldular.
Daha kolay bir dilde anlatmak gerekirse, bir IQ skoru için bir “raf ömrü” çizelgesi oluşturdular. Bireysel düzeyde tanısal kararlar almak için gereken minimum stabiliteyi rtt=.80 olarak tanımladılar.
Örneğin: Küçük çocuklarda, bu stabilite sadece 7 yaşından sonra ve “kısa zaman aralıkları” için beklenir. Örneğin, 6 yaşında, bir test skoru bu r=.80 eşiğini yalnızca yaklaşık bir yıllık bir test-tekrar test aralığı için karşılıyor. Daha büyük çocuklarda, skor daha stabil hale gelir. 12 yaşında, skor yaklaşık dört yıl boyunca ‘geçerli’ sayılır. Yetişkinlerde stabilite çok yüksektir. Bu rtt=.80 kriteri 5 yılı aşan aralıklar için karşılanır. 18 yaşına gelindiğinde, bir skor bu seviyede altı yıldan fazla bir süre boyunca stabil kalır.
İkinci çalışma Gustavson ve diğerleri (2025) tarafından yapılan bir ikiz çalışması. Gustavson vd., 205 çalışmanın ortalamasına bakmak yerine, tek bir boylamsal çalışmayı (Colorado Boylamsal İkiz Çalışması) kullanarak aynı 1.098 kişilik grubu bebeklikten başlayıp yetişkinliğe kadar (29 yaşına kadar) takip etti. Breit vd. (2024) tarafından yapılan çalışmaya tüm popülasyonun 10.000 metreden çekilmiş bir fotoğraf olarak bakabilirsiniz; Gustavson vd. (2025) tarafından yapılan çalışmaya ise bir grup insanı inceleyen bir video.
Yapılan bu çalışma genetik bilgilerin bulunduğu bir ikiz çalışması olduğu için, bize “neden” hakkında da ilk ipuçlarını veriyor:
Bir bebeğin yetişkinlikteki IQ’sunu tahmin edebilir misiniz? Evet ama mütevazı bir düzeyde. Araştırmacılar, henüz 7 ila 9 aylıkken alınan iki ölçümün (”nesne yeniliği” [bir bebeğin yeni bir nesneye ne kadar süre baktığı] ve “testçinin değerlendirdiği görev yönelimi” [bir bebeğin odaklanması]) neredeyse 30 yıl sonra, 29 yaşında, genel bilişsel yeteneklerini (GCA) mütevazı ama anlamlı bir şekilde öngördüğünü buldular (sırasıyla r=0.16 ve r=0.18)
Stabilite kısmı ise biraz daha ilginç. Gustavson vd. Breit ve arkadaşlarının tanımladığı tam olarak aynı stabilizasyon modelini kendi tek örneklemlerinde replike ediyor. Farklı yaşlardaki GCA puanlarını 29 yaşındaki nihai yetişkinlik puanıyla karşılaştırıyorlar.
Yıl 1-2 vs. Yıl 29 GCA’sı: r ≈ 0.31‘lık mütevazı bir korelasyon.
Yıl 7 vs. Yıl 29 GCA’sı: r ≈ 0.72‘lik güçlü bir korelasyon.
Yıl 16 vs. Yıl 29 GCA’sı: r ≈ 0.86‘lik çok güçlü bir korelasyon.
Yukarıda bahsedilen iki çalışma bir grubun ortalamasına bakıldığında zekânın ergenlikle birlikte büyük ölçüde “stabil” hale geldiğini gösteriyor. Fakat bu bulgu, hikayenin tamamı değil. “Yüksek stabilite” demek, “herkesin aynı kaldığı” anlamına gelmez.
Blanch vd. (2025) tarafından yakın zamanda yapılan bu araştırma Morris vd. tarafından yapılan çalışma gibi, devasa TEDS (İkizler Erken Gelişim Çalışması) veri setini kullandı. Bu kez odak noktası farklıydı: Erken yaşta (4 ve 7 yaş) “ortalama üstü zekâya sahip” olarak tanımlanan çocuklara ne olduğunu araştırdılar. Bu çocuklar yüksek puanlarını korudular mı, yoksa zamanla “normale” mi döndüler?
Bulguları şaşırtıcı: “Bilişsel hareketlilik” (cognitive mobility) normun kendisiydi. Çalışma, 7 yaşında ‘ortalama üstü zekâya’ (genel bilişsel yetenek skoru, yani tam ölçekli IQ > 115) sahip olarak tanımlanan çocukların sadece %16’sının 16 yaşına geldiklerinde bu durumu koruyabildiklerini buldu. Çoğunluk, ortalamaya doğru geri (regression to mean) çekilmişti. Aynı şekilde, 7 yaşında ortalama (GCA100) grupta olanların %8’i 16 yaşına geldiklerinde ‘ortalama üstü zekâya sahip’ grubuna yükselmişti. Bu sonuçlar bize bilişsel hareketlilik olduğunu gösteriyor. Erken yaşta “üstün zekalı” tanısı almak, ömür boyu üstün zekâlı olduğunuz anlamına gelmiyor.
Peki, bu ‘hareketliliği’ (kimin yükselip kimin düştüğünü) ne yorduyordu? Araştırmacılar, ev ortamı, davranış sorunları veya yaşam olayları gibi “durumsal faktörlerin” bu değişimi açıklamakta (özellikle ortalama üstü zekâ) büyük ölçüde başarısız olduğunu buldular. Değişimi yordayan ana faktörler daha çok kişisel faktörlerdi, yani çocukların poligenik skorları (genetik inovasyon ve amplifikasyon!) ve ebeveynlerinin eğitim/meslek durumu. Sonuç olarak zekânın stabil hale geldiğini değil, aynı zamanda bu stabiliteye rağmen bireylerin genetik potansiyellerine doğru “çekildiğini” de biliyoruz.
Bebeklik ve yetişkinlik arasında ne oluyor da istikrarlı olmayan bu psikolojik özellik neredeyse olduğu yere çakılıyor? Genler (doğa) bu işi nasıl yapıyor? Genetik etki, yaşla birlikte nasıl bu kadar baskın hale geliyor?
Nasıl?
Bu konudaki en önemli çalışma yakın zamanda Damien Morris ve meslektaşlarının 2024 tarihli “Zeka üzerindeki genetik ve çevresel etkilerdeki gelişimsel değişimin mekanizmaları” başlıklı çalışması, eksik olan “nasıl”ı açıklıyor.
Araştırmacılar, bu çalışmada İkizler Erken Gelişim Çalışması’ndan (TEDS) 10.535 ikiz çiftinden oluşan devasa bir boylamsal örneklemi kullandılar ve onları 2 yaşından 16 yaşına kadar 9 kez test ettiler. Böylece Wilson Etkisini test ettiler. Basit bir ACE modeli üzerinden buldukları sonuçlar şöyle:
Katıksal Genetik (A): Bu, insanlar arasındaki farklılıkların genleriyle açıklanan oranıdır.
2 yaşında kalıtım derecesi sadece %24 idi.
16 yaşına gelindiğinde, kalıtım derecesi iki katına çıkarak %48-52‘ye ulaştı.
Paylaşılan Çevre (C): Bu, bir evdeki kardeşleri benzer kılan her şeyin etkisidir (ailenin sosyoekonomik durumu, ebeveynlik tarzı, mahalle).
2 yaşında bu, %65 ile baskın etken haline geldi.
16 yaşına gelindiğinde, etkisi %9-13‘e kadar çöktü.
Paylaşılmayan Çevre (E): Bu, kardeşleri farklı kılan her şeydir (benzersiz arkadaşlar, farklı öğretmenler, rastgele yaşam olayları).
Bu etki büyüdü, 2 yaşında %11 iken 16 yaşında ~%39-40‘a yükseldi.
Özet olarak gözlemlenen olgu şu: Çocuklar büyüdükçe ve benzersiz deneyimlerle dolu bir hayat yaşadıkça (okul, arkadaşlar, hobiler), paylaşılan aile çevrelerinin etkisi hızla azalırken, genlerinin etkisi iki katına çıkıyor. Bu konuda iki açıklama var. İlki inovasyon, ikincisi amplifikasyon.
Teori 1: Genetik İnovasyon (Genlerin “Devreye Girmesi”)
Bu, Ronald Wilson tarafından öne sürülen orijinal teoriydi. Fikir basitçe şudur: DNA’nız devasa bir taslaktır; fakat tamamı aynı anda aktif değildir. Bilişsel gelişim aşamalı bir süreçtir ve farklı gen setleri yeni sistemler inşa etmek için farklı aşamalarda “devreye girer” veya “inovasyon” (yenilik) yapar.
En bariz analoji ergenliktir. Ergenlik gelişiminden sorumlu genler 5 yaşındaki bir çocukta “uykudadır”. Devreye girdiklerinde, daha önce orada olmayan yeni genetik etkiler sunarlar.
Morris vd. tarafından yapılan çalışma bunun kesinlikle doğru olduğunu buldu, özellikle de erken çocuklukta. Kalıtsallıktaki artışın büyük bir kısmı, beyin geliştikçe devreye giren yeni genetik faktörlerden kaynaklanıyor. Fakat her şeyi açıklamıyor.
Teori 2: Genetik Amplifikasyon
Davranış genetikçisi Robert Plomin tarafından savunulan bu ikinci teori, daha incelikli ve bana göre daha derindir.
Bu teori, en başından beri sahip olduğunuz genlerin sadece yerinde durmadığını, etkilerinin daha gürültülü/güçlü hale geldiğini öne sürer. Zamanla amplifiye edilirler (güçlendirilirler) ve yaşlandıkça varyansın daha fazlasını açıklarlar.
4 yaşında bir çocuğu işlemleme hızında (processing speed) birazcık daha iyi yapan küçük bir genetik “avantaj” hayal edin. Kendi başına bu küçük bir etkidir. Ama o çocuğa ne olur? Okumayı biraz daha kolay bulur. Bundan biraz daha fazla keyif alır. Keyif için okumaya başlar. Bu davranış (okuma), bilişsel becerilerini geliştirir, bu da onu okumada daha iyi yapar, bu da ondan daha fazla keyif almasını sağlar.
4 yaşındaki o küçücük genetik avantaj, 14 yaşına gelindiğinde deneyimle amplifiye edilerek büyük bir entelektüel avantaja dönüşmüştür. Genin “sesi” açılmıştır.
Morris çalışması bunun da doğru olduğunu buldu, özellikle de ileri çocukluk ve ergenlik döneminde. IQ’nun stabilizasyonu iki bölümlü bir süreçtir: yeni genler devreye girer (inovasyon) ve eski genler amplifiye edilir (güçlenir).
Amplifikasyon Nedir?
Yazıyı kavramlara boğduğumu biliyorum ama amplifikasyon kavramını kavramak için modern psikolojide kullanılan bir kavrama da değinmemiz gerekiyor: Gen-Çevre Korelasyonu (rGE). Bir diğer kavram da gen-çevre etkileşimi (GxE) ama bu başka bir zamanın konusu.
Gen-çevre korelasyonu basitçe genlerinizin sadece özelliklerinizi (trait) belirlemediği, aynı zamanda deneyimlediğiniz çevreleri de aktif olarak etkilediği fikridir. Morris vd., bunu amplifikasyonun birincil motoru olarak önermektedir.
Aktif rGE: Bu kavram aslında Plomin’in bahsettiği “amplifikatör”dür. İnsanlar kendi genetik eğilimlerine uyan çevreleri (”nişleri”) aktif olarak aramayı, seçmeyi ve yaratmayı tercih eder. Örneğin, soyut/felsefi kavramları daha kolay anladığı için (atıyorum daha iyi sözel yeteneği sayesinde) kendisini bu açıdan geliştirecek çevrelere aktif olarak yönelen kişinin eylemini aktif rGE olarak kodlayabiliriz. Buna niş seçimi (niche-picking) denir.
Pasif rGE: Bebeklikte, ebeveynlerinizden hem genlerin hem de çevrelerin pasif bir alıcısısınız. Daha zeki ebeveynler sadece genlerini aktarmakla kalmaz, aynı zamanda çocuklarının zekâsını geliştirebilecekleri bir çevre sağlama olasılıkları da daha yüksektir (kitaplarla dolu bir ev, karmaşık dil kullanımı, eğitici oyuncaklar, daha az dikkat dağınıklığına neden olan bir çevre). Morris vd. (2024), yaptıkları çalışmada (2 yaşında %65) devasa bir Paylaşılan Çevre (C) etkisi olarak gördüğümüz şeyin bu olduğunu tartışıyor. Bu sadece çevre değildir; çocuğun genleriyle pasif olarak ilişkili bir çevredir.
Evokatif rGE: Genetik eğilimleriniz dünyadan belirli tepkiler uyandırır (evoke eder) veya kışkırtır. Doğuştan daha meraklı ve ilgili olan bir çocuk, yetişkinlerden daha fazla ilgi ve karmaşık yanıtlar alarak bilişsel gelişimini güçlendirir. Bu durum erken başlar ve “aile” etkisinin neden tüm kardeşler için aynı olmadığını açıklamaya yardımcı olur.
Sonuç
Bütün bunları okuduğumuzda girişte bahsedilen Wilson etkisine geri dönmüş oluyoruz. Yani yaşımız ilerledikçe genetik etkilerin zekâyı açıklamadaki gücü artıyor. Bu gerçekliğe nasıl yaklaşmalıyız? Düşünelim.
Maksimum değişkenlik dönemi erken çocukluktur. Bu, niş seçiminin aktif amplifikasyon motoru devralmadan önce, “Paylaşılan Çevre”nin baskın faktör olduğu zamandır (2 yaşında %65). Gustavson çalışması bu noktayı açıkça vurgulayarak, bulgularının “erken çocukluk çevresinin kalıcı sonuçlarını vurguladığını” ve 1-2 yaşlarındaki paylaşılan çevresel etkilerin 29 yaşında bile GCA’daki varyansın %10’unu açıkladığını belirtiyor. İlk 5 yılda zengin, teşvik edici ve destekleyici “paylaşılan çevreler” yaratan müdahaleler, bir çocuğu daha iyi bir bilişsel yörüngeye oturtmak için en iyi şansa sahiptir. Dahası, şunu da hatırlamakta fayda var: Zekânın kalıtım derecesini artıran şey sadece devreye yeni giren genler (genetik inovasyon) değil , aynı zamanda genetik amplifikasyondur. Bu, aktif rGE (aktif gen-çevre korelasyonu) üzerinden sizin gerçekleştirdiğiniz bir şeydir. Düşüşünden ve yükselişinden belirli bir oranda siz (ailenizle birlikte) sorumlusunuz.
Giriş kısmında Yalın Alpay’dan bahsetmiştim. Yalın Alpay’ın aldığı IQ skorunu ve üstün zekâlı tanımını koruduğunu düşünüyorum; lâkin Yalın Alpay binlerce örnekten sadece biri. Yukarıdaki çalışmaların da gösterdiği gibi bu dönemde belirli bir zamanda yapılan IQ testi sonraki zamandaki IQ testlerini iyi derecede öngörmez. Çocukların IQ skorları belirli tanılar koymak için yeterli değildir. Dahası üstün zekâlı veya ortalama zekâlı tanısı almak da sabit bir durumu ifade etmez, bilişsel hareketliliğe tabidir. Blanch vd. (2025) tarafından yapılan çalışmayı hatırlayalım. 7 yaşında üstün yetenekli (GCA > 115) olarak tanımlananların sadece %16’sının 16 yaşında bu statüyü koruduğu gözlemlenmiştir. Bu nedenle çocuklar sonradan tekrar ölçülmelidir.
Son olarak, bu eğilimlerin veya açıklanan varyansın bir çeşit genetik determinizmin (kaderciliğin) olmadığını da hatırlamak gerekiyor. Genleriniz kaderiniz değil, hiçbir zaman olmadı. Onlar sizin eğilimlerinizdir. Bu eğilimler sizi zorla bir yere sürüklemez, sadece sizin bir yere yaklaşmanızdaki “dürtü”dür (nudge). Sizi matematikten uzaklaştırıp müziğe veya spordan uzaklaştırıp kitaplara yönlendirmiş olabilirler. Nihayetinde siz, bu dürtülere yanıt olarak yaptığınız seçimlerin bileşik etkisiyle, yani seçtiğiniz çevreyle (aktif rGE veya “niş seçimi”), bugünkü kişi oldunuz.
Kaynakça
Blanch, Angel, Sergio Escorial, ve Roberto Colom. 2025. “Developmental changes in high cognitive ability children: The role of nature and nurture”. Intelligence & Cognitive Abilities, Eylül 16. https://icajournal.scholasticahq.com/article/144062-developmental-changes-in-high-cognitive-ability-children-the-role-of-nature-and-nurture.
Breit, Moritz, Vsevolod Scherrer, Elliot M. Tucker-Drob, and Franzis Preckel. 2024. ‘The Stability of Cognitive Abilities: A Meta-Analytic Review of Longitudinal Studies’. Psychological Bulletin (US) 150 (4): 399–439. https://doi.org/10.1037/bul0000425.
Gustavson, Daniel E., Giulia A. Borriello, Mohini A. Karhadkar, et al. 2025. ‘Stability of General Cognitive Ability from Infancy to Adulthood: A Combined Twin and Genomic Investigation’. Proceedings of the National Academy of Sciences 122 (21): e2426531122. https://doi.org/10.1073/pnas.2426531122.
Morris, Damien Matthew, Stuart James Ritchie, ve Robert Plomin. 2024. “Mechanisms of developmental change in genetic and environmental influences on intelligence”. Preprint, PsyArXiv, Ekim 15. https://doi.org/10.31234/osf.io/uqybg.
Bouchard, Thomas J. 2013. “The Wilson Effect: The Increase in Heritability of IQ With Age”. Twin Research and Human Genetics 16 (5): 923-30. https://doi.org/10.1017/thg.2013.54.






Yazını çok beğenerek okudum, iki teori de mantıklı. Ben de düşünmüştüm kendim için acaba benim ilkokuldan önce okuma yazmayı öğrenmem bütün akademik başarımın en büyük sebebi mi diye, büyük bir kar topu etkisi oluyor.
24 yaşını aşınca da artık gen ne derse ona dönüşüyor doğru anlamış mıyım?